Bir çoğu için kutuplaşmanın, bölünmenin ilk büyük temelleri 31 Mayıs 2013’te atıldı. O güne kadar içten içe doldurulmuş, gaza getirilmiş insanlar, Gezi ile beraber iyice nefretle, başka planların uğruna, basit hesaplarla, çocuksu suçlamalar, akıl almaz algı oyunları ile dolduruldu. Bunları hepimiz biliyoruz.
İnsanları barışa davet etmeliyiz dediğimde ‘sen kimi barışa davet ediyorsun’ diyen aklını kaçırmış insanlarla tanıştım. Dostluk, kardeşlik, bütünlük, sevgi temalı, bu sorunu nasıl gideririz yazımı birlik olup ’nefret söylemi’ diye ihbar ederek saniyesinde sildiren garip bir güç ile tanıştım.
Attığım, barışa çağırdığım her adımda garip bir şekilde sözlerimi, çağrımı olmayan anlamlara çekmeye çalışıp insanları bölmeye çalışan, bu iyidir, bu kötüdür diye gösterip işin içine kutsal değerleri, dogmaları karıştırıp insanların psikolojisini toparlanmayacak derecede bozanları gördüm.
Yıllardır arkasında durduğum tek gerçek sevgi oldu. Açıkçası hiç bir partiye, politikacıya, insanlar tarafından uydurulmuş sınırlara, ırklara inanmadım. Kendini güçlü hissetmek için, eksiklerini görmezden gelebilmek için birşeye ait olup orada burada ‘biz uçak yaptık, biz leblebi suyu yaptık, biz bilmemne takımını yendik’ diyerek kendini iyi hissetme ihtiyacı hisseden biri olmadım. İnandığım tek şey bu dünyadayız, beraber yaşıyoruz ve nasılsa bir gün bu hayat bitecek.
İnsanları bölmek, nefretle, korkuyla yönetmek, algısını idare etmek gerçekten çok kolay. Zor olan sevgiyi, anlayışı, bütünlüğü öğretmek, birey olmayı öğretmek.
Yıllardır, yıllardır her fırsatta insanları barışa, birliğe davet eden biri olarak sadece nefretle beslenen ve tek yolun nefretle sağlanacağını düşünüp bölünmek için elinden geleni yapan, tüm sosyal ortamlarda tek yazdığı hakaret, incitme, kutuplaştırma barından milyonlarca insanın, bu söylediklerimin önemini anca kalkışma sonrası ‘kafasına tank etmiş’ olduğunu görmek çok enteresan. Gördüğünüz gibi kimsenin inancı, ırkı, önemli değilmiş. Hatta bunu gözlere çekilen bir perde olarak kullanıp insanları birbirine düşürmek çok kolaymış.
Bugün Türkiye’de ilk defa içinde demokrasi geçen, birliğin, kardeşliğin konuşulduğu bir adım görüyorum. Başımızdaki insanların itidal çağrılarımıza bu denli büyük kayıplar sonra gelmiş olması üzücü olsa da işler çok daha kötü olmadan toparlanmamız gerektiğini farketmiş olmamız bence güzel bir başlangıç olabilir.
Şimdi yapmamız gereken barış, sevgi ve kardeşliği yeşertmektir. Birbirinin yarasını deşmek yerine sarmaktır. Asırlarca beyni yıkanmışlığı bir günde silip özlediğimiz Türkiye’ye kavuşabiliriz.
Ve belki bu mutluluğun, barışın, kardeşliğin tohumları ile daha evrensel düşünmeye başlayıp, şu gezegendeki sayılı günlerimizi sınırların içinde sorunun çözümünü kendi eksiklerimizi tamamlayarak, daha iyi, yapıcı, olumlu düşünerek, özgür, hür olarak tamamlayabiliriz. Olduğumuz yerde saymak yerine, para sarhoşluğundan sıyrılıp, güç ahmaklığından kurtulup, kendi ile barışık bireyler olup, insanlığa faydalı şeyler yapabiliriz.
2013’te ‘hangi çılgın bana zincir vuracakmış’ dediğimde bana saldıranlar şimdi aynı sözleri twitter’da paylaşıyor. Kendimiz olamazsak hayat bizi böyle fırıldak gibi döndürür. Ama kendimiz olursak savunduğumuz şey 10 yıl önce de aynıdır, 20 yıl sonra da.
Bugün Türkiye ile 2013’ten bu yana ilk defa umudum yeniden yeşerdi. Umarım bugün büyük olmayı başaracağımız, nefretle değil, sevgiyle atım atmayı öğreneceğimiz hayatın başlangıcı olacaktır.
Her ne kadar her şeye şüphe ile yaklaşsam da, sizlerden umudum var.